1991 yılında, o ana kadar ABD ile dünyayı yöneten iki devden biri olan Sovyetlerin yıkıntılarından tam 15 ayrı devlet doğdu; bunlardan beşinde, yani Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’da Türk kökenli insanlar yaşıyordu. Bu tarihi dönüşüme hazırlıksız yakalanan Türkiye plansız, programsız şekilde o günlerin çoşkulu duygusal ortamı içinde ekonomik gücünü fersah fersah aşan bir işe kalkıştı.
Bu ülkelerde ulusal bilincin Kremlin tarafından yıllarca törpülendiğini unutarak, üstelik Rusya’nın bölgedeki etkisini göz önüne almadan “hepimiz kardeşiz” olarak özetlenebilecek “naif” bir politika izledi. O dönemde gücünü doğru tartamayan Türk devleti tutamayacağı sözler verdi, çantasını kapan sözde işadamları da “köşeyi dönme” hayaliyle Orta Asya’ya hücum etti; sonuçta Türkiye hem amacına ulaşamadı hem de “küçük düştü”. Dönemin cumhurbaşkanları Turgut Özal’la Süleyman Demirel’in çabaları da yapılan yanlışları örtemedi.
Aradan 20 yıl geçti ve Türkiye ilk kez bölgeye yönelik ayakları yere basan, düşlere değil gerçeklere dayanan, kısa vadeli değil uzun dönemli politikalar üretmeye başladı. Oluşturulan Türk Konseyi’nin başına Türkiye’nin en deneyimli diplomatlarından, sadece Kafkasya ile Orta Asya’yı değil Rusya’yı da çok iyi bilen Büyükelçi Halil Akıncı getirildi.
2009 yılında Nahçıvan’da yapılan zirvenin ardından kurulmasına karar verilen Türk Konseyi’nin genel sekreterliğini üstlenen ve bir yıldan uzun süredir sessiz sedasız sağlam bir temel oluşturma çalışması yürüten Akıncı Salı günü bir ilk kez grup gazeteci için basın toplantısı düzenledi.
Akıncı, şimdiye kadar yaptıklarını ama asıl bundan sonra yapmak istediklerini çoşku ve heyecan içinde anlatıyor. Şu anda Türk Konseyi’nin dört üyesi var: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan. Buna karşılık Özbekistan’la Türkmenistan şimdilik örgütten uzak duruyor. Özellikle Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov’un Türkiye’ye mesafeli ve soğuk olduğu sır değil.
Akıncı, Türk Konseyi üyelerinin “gönüllülük” temelinde bir araya geldiğini özellikle vurguluyor, “Tarihe baktığımızda Türklerin birleşmesi gönüllü olmamış. İlk kez gönüllü olarak bir araya geliyoruz”diyor ve bütün üyelerin lafta değil gerçekte eşit olduğunu örneklerle anlatıyor.
Akıncı, Türk Konseyi’nden “Avrasya’da dengeleri değiştirecek stratejik bir oluşum”diye söz ediyor, uzun dönemde hedefin Avrupa Birliği (AB) türü bir yapılanma olduğunu, üyelerin uluslararası kuruluşlarda blok halinde hareket etmesini sağlamak istediklerini söylüyor, “Burası bizim bölgemiz olduğuna göre biz söz sahibi olmalıyız. Tarih bize kötü davranıyor, çünkü onu biz yazmadık” diye de ekliyor.
Şu anda konsey üyesi olan dört ülkenin toplam nüfusu 103 milyonu aşıyor, toplam yüzölçüm 3.7 milyon kilometrekareye ulaşıyor, toplam gayrısafigelir ise 1.3 trilyon dolara yaklaşıyor. Eğer bir gün Özbekistan’la Türkmenistan da katılırsa bu rakamlar daha da büyüyecek.
Basın toplantısına katılan gazetecilerden Sedat Ergin, 2035 yılında Türk Konseyi için nasıl bir gelecek gördüğünü sorunca Akıncı şu yanıtı veriyor:
“ Dış politikada kararlı ortaklara dönüşmüş tam bir siyasi blok haline gelmek istiyoruz. Bunu başarırsak İran da, Ermenistan da bizimle işbirliğinin kendi çıkarına olduğunu anlayacak. Ayrıca, çevremizdeki ülkelerde de Türk azınlıklar var, o ülkeler de bizimle işbirliği yapmak isteyecek. İşbirliğimizin uzun dönemde Rusya’nın da çıkarına olduğunu düşünüyorum.”
Asıl önemli soruya gelince...Türkiye, 1990-2000’lerdeki hatalarından ders alabildi mi?
Akıncı, 20 yılda hatalar yapıldığını kabul etmekten öte biliyor, artık lafla değil somut adımlarla hareket edildiğini, örneğin ekonomik işbirliği için koşulların yaratıldığını söylüyor ve çok önemli bir uyarı yapıyor: Eğer bu girişim, yani Türk devletlerini yakınlaştırma çabası kesintiye uğrarsa bir daha gerçekleşmez...
Konsey’in gündeminde Türk akademisinden ortak tarih kitabına, ortak alfabeye, iş konseyinden üniversitelerarası birlik kurulmasına sayısız işbirliği projesi var. Bu kez sadece Türkiye değil, diğer üyeler de birlikte çalışmaya istekli görünüyor.
Dışarıdan bakıldığında Türkiye geçmişteki hatalarından ders çıkarmış, ortak çıkarlar temelinde uzun vadeli bir oluşum yaratmaya çalışıyor. Geçmişten farklı olarak, ayakları yere basan politikanın bu kez başarılı olma şansı var. Aksi halde Büyükelçi Akıncı’nın da dediği gibi Ankara “Türk Birliği” kurma şansını üçüncü kez bulamayabilir...