Türk Keneşi Genel Sekreteri Halil Akıncı ve beraberindeki heyet Türk Akademisi`nin düzenlediği Uluslararası "Türk Yazı Günü" Forumuna katıldı.
Kazakistan Cumhuriyeti Parlamentosu 18 Mayıs gününü “Türk Yazı Günü” olarak kutlamayı resmen kararlaştırmıştır. Bundan sonra 18 Mayıs Kazakistan`da resmi olarak diğer resmi günlerle birlikte kutlanacaktır.
Geçen sene Kazakistan`ın Avrasya Milli Üniversitesinde Kazakistan Cumhuriyeti Meclisi Sosyal Kültür Geliştirme Komitesi Başkanı Dariga Nazarbayeva’nın başkanlığında yapılan bir toplantıda katılımcılar Kül Tigin abidesi kopyasının Moğolistan’dan Astana’ya getirildiği gün olan 18 Mayıs tarihini “Türk Yazı Günü” olarak kararlaştırma teklifinde bulunmuşlardı.
Bu sene ilk defa Astana`da 19-20 Mayıs tarihlerinde kutlanan bu önemli gün münasebetiyle Türk Akademisi “Türk Yazı Günü” Uluslararası Forumunu düzenlemiştir. Sözkonusu foruma Avrasya Milli Üniversitesi ve TİKA destek vermiştir. Foruma başta Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Rusya olmak üzere birçok ülkeden bilim insanları ve devlet adamları katılmıştır. Bu anlamlı günün gelecekte Türk Keneşi üye ülkelerinde de kutlanacağı beklenmektedir. Forum genelinde “Türk Yazısının Dünü, Bugünü ve Geleceği” ve “Ortak Türk Tarihin`n Teorik ve Metodolojik Problemleri” konularında bildiriler sunulmuştur. Bunun yanı sıra Türk Akademisi yayınlarından oluşan kitap sergisi organize edilerek yeni yayınların tanıtımı yapılmıştır. Çalıştay günleri Türk Akademisi ile Rusya Bilimler Akademisi ve Ufa Bilimsel Araştırma Merkezi arasında memorandumlar imzalanmıştır.
TÜRK KENEŞİ GENEL SEKRETERİ SAYIN HALİL AKINCI’NIN
TÜRK YAZI GÜNÜ ULUSLARARASI FORUMUNDA YAPTIĞI
KONUŞMA
Değerli Meclis Başkan Yardımcısı Dariga Nazarbayeva,
Değerli Başbakan Yardımcısı Gülşara Abdihalıkova,
Değerli Cumhurbaşkanlığı İdare Başkanı Bağlan Maylıbayev,
Değerli Eğitim Bakanı Aslan Sarinjipov,
Değerli Kültür Bakanı Arıstanbek Muhammediulı,
Değerli TÜRKSOY Genel Sekreteri Düysen Kaseinov,
Değerli Türk Akademisi Başkanı Darhan Kıdırali,
Çok değerli katılımcılar,
Türk Akademisi’nin bu anlamlı toplantısında aranızda olmaktan çok mutluyum.
Kuşkusuz, Türkler tarihin en köklü medeniyetlerinden birinin sahibidirler. Daha Göktürk Devleti zamanında ve hatta öncesinde Türklerin kendilerini çevreleyen Doğu Roma, Sasani İran’ı ve Çin gibi en büyük medeniyetlerle boy ölçüşecek kadar kuvvetli olduğu bilinir. Nitekim atalarımız sonraki dönemlerde Avrupa’dan Hindistan’a, Pasifik’ten Mısır ve Mağribe kadarki uçsuz bucaksız coğrafyada at koşturmuş, büyük devlet ve imparatorluklar kurmuştur. Altın beşik Altaylardan koparak cihanın dört bir köşesine ulaşan bu uzun ve şanlı yürüyüşleri esnasında Türkler, insanlığın siyasi ve sosyal tarihini kendilerine has bir tarzda şekillendirmiş, devlet yönetimi, savaşçılık, bilim, sanat, kültür ve edebiyata yaptıkları katkılarla dünya medeniyetinde derin izler bırakmışlardır. Kısaca Türk’ü dışarıda bıraktığımız zaman dünya tarihini yazmak mümkün olmayacaktır.
Peki bugün dünyaca tanınan altı tane bağımsız devlete sahip olan bu Türkler kimdir? Avrasya tarihinin ve coğrafyasının değişik milletlere ait kısımlarını tutkal gibi bir arada tutan ve anlamlı bir çerçeveye oturtan bu sıradışı toplulukları tanımlayan, tarif eden ana ölçüt nedir? Hiç kuşkusuz bu ölçüt Türklerin dili ve bu dille birlikte gelen bir takım ortak kültürel unsurlardır. Bu yüzdendir ki Türkler, Altay dağlarından başlayan uzun yolculuklarının sonunda otağlarını dünyanın hangi bucağına dikerlerse diksinler dillerini korudukları takdirde kimliklerini hep muhafaza etmişlerdir.
Tarihleri binyıllar öncesine giden Türkler en değerli hazineleri, kimlik ve değerlerinin teminatı olan dillerini koruma ve kaydetmenin yollarını da çok çeşitli yazı sistemleriyle denemişlerdir. Kesin olarak kendilerine has bir yazı sistemine sahip olan ilk Türk topluluğu Göktürklerdi. 8. yüzyıla ait olan Bilge Kağan, Kül Tigin, Tonyukuk yazıtları, insanı politik anlam yüklü şiirsel diliyle hayran bırakırken, o döneme göre gelişmiş olan orijinal alfabesi, üslubu ve toplum yaşamına ilişkin içerdiği soyut kavramlarıyla Türklerin yüksek kültürel düzeye ulaştıklarını kanıtlıyor. Bu bakımdan sözünü ettiğim ve içinde “Türk” kelimesinin açık bir şekilde geçtiği bu kitabeler harika birer siyasetname örneğidir. Göktürk ve Uygur alfabelerinin hem sağdan sola, hem de yukarıdan aşağıya yazılabilecek esnekliği gösterdiğini de kaydetmek gerekir. Bu arada Türklerin Göktürk öncesi döneme ait birtakım yazıtlarının ortaya çıkarıldığı ve üzerinde çalışmalar yapıldığını da söylemek lazım. Bunların bir örneği Almatı’daki Yesik’te bulunan yazıtlardır. Hatta bunun çok daha ötesine giderek Milattan 4000 yıl önce ilk yazıyı bulan Sümerlerin de Türklerle akraba olduğuna dair güçlü kanıtların varlığını kaydetmek lazım.
Türklerin dillerini kodlamada yani yazıya aktarmada kullandıkları alfabelerin çeşitliliği göz kamaştırıcıdır. Bilim insanları tarihte Türkler kadar sık ve çok alfabe değiştirmiş başka bir milletin olmadığı konusunda hemfikirler. Bu da genel Türk tarihinin belli bir coğrafya ekseninde değil yayılmacı, değişken ve kapsayıcı bir tarzda gelişmesinin sonuçlarındandır. Bu durum aynı zamanda Türklerin kültürel etkileşim konusunda oldukça açık, esnek ve bağnazlıktan uzak olduklarının kanıtıdır. Bununla birlikte çeşitli alfabeleri benimseyen Türkler, kimlik aşınmasına yol açabileceği için, örneğin, Çin alfabesini ulusal alfabe olarak hiçbir zaman benimsememişlerdir.
Göktürk ve Uygur alfabelerinden sonra Türklerin toplumsal hayatlarında yaygınlaşmış ve büyük etkiler yaratmış olan diğer üç alfabe Arap, Kiril ve Latin alfabeleridir. Hangi alfabeyi kullanırlarsa kullansınlar, Türkler, bunları hep kendi dillerinin özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre uyarlamışlardır. Günümüzde de dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Türk toplulukları genel olarak bu üç yazı sisteminin çeşitli modifikasyonlarını kullanmaktadır. Ancak bu durum bir yandan Türklerin vatan edindikleri coğrafyanın genişliğini ve zenginliği gösterirken, diğer yandan da Türk bütünleşmesinin önünde duran önemli engellerden birini teşkil etmektedir.
Değerli katılımcılar,
Yazı medeniyettir. Geçmişte olduğu gibi bugün de sağlam, güçlü ve kalıcı medeniyetlerin temeli dil ve o dilin kullandığı yazıdır. Güzel Türkçe’mize “söz uçar, yazı kalır” olarak geçmiş olan özlü deyiş bu durumu veciz bir şekilde özetlemektedir.
Bir dönem gerileme devri yaşayan Türk Devletleri bugün ortak kökenleri ve kimliklerinin bilinciyle bir araya gelmenin, daha güçlü ve sağlıklı ilişkiler kurmanın ve geleceği birlikte inşa etmenin mutluluğunu yaşıyor. Biraz önce söylediklerimi de dikkate alırsak, eğer biz 21. yüzyılda güçlü bir Türk yakınlaşması ve bütünleşmesinden bahsedeceksek, bu doğrultuda yapacağımız en önemli işlerden biri de bağımsız olan tüm Türk devletleri için ortak yazı şeklini yani ortak bir alfabeyi kabul etmektir. Hepinizin malumu, Türk dünyasının bilim insanları hem Türkçenin ses yapısına uygunluğu, hem de günümüzün teknolojileri bakımından sağladığı avantajları nedeniyle Latin yazısının hepimize ortak bir versiyonunun benimsenmesi konusunda birleşmektedirler.
Türk işbirliğinin öncüsü ve temel itici gücü olan Türk Keneşi olarak son dönemde bu yönde birtakım adımlar atmış durumdayız. Mesela 1926 yılında Bakü’de yapılan Türkoloji Kongresinde kabul edilen ortak Latin alfabesini Sekretarya olarak iç yazışmalarımızda kullanılmak üzere kabul ettik ve sözkonusu alfabeyi devletlerimizin kullanımı için de öneriyoruz. İşin bilimsel ve teknik boyutunu Türk Akademi’si bundan sonra hızlı bir biçimde geliştirecektir. Bu noktada Türk Akademisi’ne düşen vazifenin oldukça büyük ve önemli olduğunu da belirtmek gerekir. Haklarımızın ve devletlerimizin birliğinin fikri, entelektüel altyapısını hazırlamak ve bu işbirliğini bilimsel açıdan beslemek suretiyle sürekli canlı tutmaktan daha önemli bir görev düşünemiyorum.
Hepinize teşekkür ederim.